Lucrecia Martel’in Zama’sı, 18. yüzyıl Güney Amerika’sında sıkışıp kalmış bir İspanyol memurunun varoluşsal çıkmazını, bürokratik absürtlük ve sömürgeci çürümeyle harmanlayarak anlatan benzersiz bir film. Antonio di Benedetto’nun aynı adlı romanından uyarlanan bu yapım, Martel’in karakteristik minimalist üslubuyla izleyiciyi yavaş ama derin bir psikolojik gerilimin içine çekiyor.
Film, Don Diego de Zama’nın (Daniel Giménez Cacho) uzak bir sömürge kasabasında kraliyet adına görev yaparken yaşadığı statik hayal kırıklığını merkezine alır. Terfi için bekleyen, ancak sistematik bir umursamazlıkla karşılaşan Zama’nın çaresizliği, sömürgeciliğin işleyişindeki anlamsızlığı ve insanın kader karşısındaki acizliğini vurgular. Martel, bekleyiş temasını Kafka’nın Dava’sına yakın bir belirsizlikle işler: Zama ne tam bir kurban ne de aktif bir kahramandır; sadece zamanın ve coğrafyanın tuzağına düşmüş bir anti-kahramandır.
Martel’in yönetmenliği, filmin atmosferini inşa eden en güçlü unsur. Kameranın Zama’yı sürekli takip eden ancak mesafeli duruşu, karakterin yalnızlığını ve çevresindeki dünyayla kopukluğunu yansıtır. Doğal seslerin (böcek vızıltıları, rüzgâr, su damlaları) öne çıktığı minimalist soundtrack, tropikal kasveti hissettirirken, renk paletindeki soluk tonlar Zama’nın iç dünyasının donukluğunu pekiştirir.
Sinematografideki durgunluk ve zaman atlamaları, izleyiciyi Zama’nın zaman algısına ortak eder. Özellikle filmin ikinci yarısında gerilim artarken, Martel hiçbir şeyi açıkça “göstermez”; şiddet ve cinsellik bile perdenin ardında, izleyicinin zihninde tamamlanır.
Daniel Giménez Cacho, Zama’yı oynarken mükemmel bir içe dönüklük sergiler. Gözlerindeki tedirginlik ve beden dilindeki gerginlik, karakterin kibrine rağmen giderek eriyen otoritesini ele verir. Yan karakterler (örneğin, Leni ve Luciana) Zama’nın kadınlarla ilişkisindeki iktidarsızlığı sembolize ederken, yerli halkın filmdeki “görünmez” varlığı, sömürge düzeninin perde arkasını hatırlatır.
Filmin bana göre zayıf noktalarına gelecek olursak film,kasıtlı olarak yavaş ilerlemekte. Bu, Zama’nın ruh halini yansıtsa da, izleyicinin sabrını zorlayabilir. Ayrıca, tarihsel bağlamın belirsizliği de olumsuz yönlerinden. Martel, sömürgecilik eleştirisini dolaylı yapar. Tarihsel detaylara ilgi duyan izleyiciler için tatmin edici olmayabilir.
Sonuç olarak Zama, geleneksel dönem filmlerinden beklenen ihtişamı reddeden, bunun yerine sömürgeci zihniyetin çürümesini bir adamın çöküşü üzerinden anlatan cesur bir eser. Martel’in detaylara hâkimiyeti ve Cacho’nun performansı, filmi unutulmaz kılıyor. Ancak ağır tempolu, diyalogsuz ve alegorik anlatısı, “eğlence” arayan izleyicilere hitap etmeyebilir.
Final notu: Tarkovski ve Albert Camus sevenler için bir başyapıt; hızlı tempolu sinemadan hoşlananlar içinse bir sınav.
Puan: ★★★★☆ (4/5)