Ernst De Geer, yerleşik normlara meydan okuyan, başkahramanını rahatsız edici bir kendini keşfetme ve özgürleşme yolculuğuna çıkaran ve aynı zamanda toplumsal beklentilerin ağırlığını keşfeden bir toplumsal hiciv olan “Hipnoz” (2023) ile ilk kez sahneye çıkıyor.

Asta Kamma August’un canlandırdığı Vera, sosyal beklentilere ve kendisini sürekli yargılayan bir dünyaya uyum sağlama arzusuna hapsolmuş bir kadındır. Eşi André (Herbert Nordrum) ile birlikte kadın üreme sağlığına yönelik bir mobil uygulama geliştirmeye başlar. Ancak bizler Vera’yı topluma uyum sağlamak için sarfettiği çaba sonucunda kendisi olmaktan çok uzak ve kendisine yabancılaşmış bir birey olarak görürüz. Sigarayı bırakmak için hipnoza girme kararı, yalnızca toplumsal ilişkilerini değil aynı zamanda kendisine ilişkin algısını da test eden bir dizi beklenmedik olayın ortaya çıkmasına neden olur.
De Geer bu önermeyi, imaj ve başarıya dair çağdaş takıntıları hicvetmek için kullanıyor ve yalanların ve yanlış algıların karakterlerinin hayatlarını nasıl şekillendirdiğini gösteriyor. Vera çok geçmeden hipnozun onu engellerinden kurtardığını, etrafındakileri şaşırtmakla kalmayıp aynı zamanda onu korkutan davranışlara yönelttiğini keşfeder.
Hipnoz’u ilginç bir çalışma haline getiren şey , De Geer’in durumları basitleştirmemesidir. Vera kendini daha özgür ve özgün hissetse de eylemleri giderek uygunsuz ve sosyal açıdan kabul edilemez hale geliyor. Kişisel özgürleşme ile toplumsal beklentiler arasındaki bu karşıtlık, filmin atardamarı ve De Geer, bunu keskin bir mizah ve kışkırtıcı hikaye anlatıcılığının bir karışımıyla ele alıyor.
Vera yeni gerçekliğini araştırırken, De Geer bizi sosyal normların hayatlarımızı ne ölçüde belirlediğini ve özgünlük arayışının nasıl hem özgürleştirici hem de yıkıcı olabileceğini sorgulamaya yönlendiriyor. Sonunda bu ikiliği vurgulayarak izleyicide bir huzursuzluk ve yansıma hissi bırakıyor.
De Geer, keskin komedi ile içebakışsal dram arasında gidip gelen bir yaklaşımla, niyetini en başından belirliyor: İzleyicide bir rahatsızlık duygusu uyandırmak, onu kendi tepkileri ve düşünceleriyle yüzleşmeye zorlamak.
Toplumsal uyum, kişisel özgürlük ve kimliğin performatif yönü gibi temaları ele alan Hipnoz , Lars von Trier’in The Idiots adlı eserine milenyum kuşağının verdiği bir yanıt olarak ortaya çıkıyor .